Kutsal kitaptan bu ayetleri
1. Yuhanna 3 4 Günah
işleyen, yasaya karşı gelmiş olur. Çünkü günah demek, yasaya karşı
gelmek demektir.
Özet:
Günah yasaya aykırılıktır.
1.Timoteos
19-10 Çünkü biliyoruz
ki, Yasa doğrular için değil, yasa tanımayanlarla
asiler, tanrısızlarla günahkârlar, kutsallıktan yoksunlarla kutsala karşı
saygısız olanlar, anne ya da babasını öldürenler, katiller, fuhuş yapanlar,
oğlancılar, köle tüccarları, yalancılar, yalan yere ant içenler ve sağlam
öğretiye karşıt olan başka ne varsa onlar için konmuştur.
Özet:
Yasa günahkarlar içindir.
Efesliler 214-16 Çünkü Mesih’in kendisi
barışımızdır. Kutsal Yasa’yı,
buyrukları ve kurallarıyla birlikte etkisiz kılarak iki topluluğu birleştirdi,
aradaki engel duvarını, yani düşmanlığı kendi bedeninde yıktı. Amacı bu iki
topluluktan kendisinde yeni bir insan yaratarak esenliği sağlamak, düşmanlığı
çarmıhta öldürmek ve çarmıh aracılığıyla bir bedende iki topluluğu Tanrı’yla
barıştırmaktı
Özet:
Yasa Tanrı ve insanı ayırır.
Galatyalılar 518 Ruh’un
yönetimindeyseniz, Yasa’ya bağımlı değilsiniz.
Özet:
Hıristiyan yasadan özgürdür.
Galatyalılar 310 Yasa’nın gereklerini
yapmış olmaya güvenenlerin hepsi lanet altındadır. Çünkü şöyle yazılmıştır:
“Yasa Kitabı’nda yazılı olan her şeyi sürekli yerine getirmeyen herkes
lanetlidir.”
Özet:
Yasa karşısında temiz olmak mümkün değildir.
Galatyalılar 319 Öyleyse Yasa’nın
amacı neydi? Yasa suçları ortaya çıkarmak için antlaşmaya eklendi.
Vaadi alan ve İbrahim’in soyundan olan Kişi gelene dek yürürlükte kalacaktı.
Melekler yoluyla, bir aracı eliyle düzenlendi.
Özet:
Çünkü yasa yanlışı tanımlamak üzere var kılındı.
Galatyalılar 325 Ama iman gelmiş
olduğundan, artık Yasa’nın denetiminde değiliz.
Özet:
Yanlışını ve yanlışlığını kabul eden yasadan özgürdür.
2. Korintliler 36 O bizi
yazılı yasaya değil, Ruh’a dayalı yeni bir antlaşmanın hizmetkârları
olmaya yeterli kıldı. Yazılı yasa öldürür, Ruh ise yaşatır.
Özet:
Bedende değil, ruhta sünnetlilik.
Romalılar 7 7 Öyleyse ne
diyelim? Kutsal Yasa günah mı oldu? Kesinlikle hayır!
Ama Yasa olmasaydı, günahın ne olduğunu bilemezdim. Yasa, “Göz
dikmeyeceksin” demeseydi, başkasının malına göz dikmenin ne olduğunu
bilemezdim.
Özet:
Tanım günahı doğurmaz, açıklar.
Romalılar 7 8 Ne var ki günah, bu
buyruğun verdiği fırsatla içimde her türlü açgözlülüğü üretti. Çünkü
Kutsal Yasa olmadıkça günah ölüdür.
Özet:
Tanımlanmamış olan yoktur.
okuyunca günah ve günahlılık kavramını yeniden mi değerlendirmek gerekir
diye düşündüm ve sonuç aşağıda.
Bu metine başlarken sürekli kullanacağım bir kelimenin metinde kullanılış
anlamını özellikle belirtmek gerekiyor. Çünkü bu kelimeyi kullanılageldiği
anlamında kullanmıyorum. Kelime “HIRİSTİYAN”. Kullandığım anlamı ise şöyle: İsa’nın öğretilerini yapan değil yaşayan kişi.
Günah nedir veya günah var mıdır?
Günah kelimesiyle tanımlanmış bir durum,
bir eylem veya olgu varsa; günahın niteliğini tanımlamak için kullanılan
kurallar (yasa) da var olmalıdır.
Kurallar (yasa) var ise; özü “yasadan
özgür olmak” olan Hıristiyanlık, ya kendi içinde çelişkidedir, ya da çok az
kişi dışında Hıristiyan yoktur.
İsa’nın yaşamı: Yetkinliğin, Etkinliğin, Bilgeliğin maddeleşmiş halidir.
Maddi olarak yetkindir:
Hastaları
sağaltabilmiştir, doğa olaylarının olağan süreçlerini değiştirebilmiş veya kesintiye
uğratabilmiştir, vs. vs.
Maddi olarak etkindir:
Yemiş, içmiş, yaşamış,
iletişim kurmuş, yardım etmiş, talep etmiştir, vs. vs.
Maddi olarak bilgedir:
Maddi dünyada madde olarak var olmuş, varlığını sürdürmüş, varlığı sona
ermiştir ama maddeye bağımlı olmamıştır. Dünyada olmuş ama dünyanın olmamıştır.
Her vaftizli vaftizdeki yağla kutsanma nedeniyle mesihtir. Ama
kendisine Hıristiyan denen veya kendisine Hıristiyan diyen her kes Hıristiyan
değildir.
Yazının başında da belirttiğimiz gibi Hıristiyan kelimesini tüm mevcut
anlamlarından bağımsız olarak İsa’nın öğretilerini yaşayan bireyler için
kullanıyoruz. İsa’nın öğretilerini yapanlar için değil.
Çünkü, İsa’nın öğretilerini yapanlar için bu öğretiler yasaya dönüşmüştür. Koloseliler
2 20-21 Mesih’le birlikte ölüp dünyanın
temel ilkelerinden kurtulduğunuza göre, niçin dünyada yaşayanlar gibi, “Şunu
elleme”, “Bunu tatma”, “Şuna dokunma” gibi kurallara uyuyorsunuz? “Yasadan özgürlük”’ü
vahyeden ve vazeden İsa’nın bahsettiği “Yasadan özgürlük” yasaya dönüşmüştür.
Mevcut düzende ademoğulları İNSAN olmayı değil, insanlık yapmayı arzular
olmuştur. Yazılarda Havari Petrus’un hikayesi bu durumun en güzel örneklerinden
birini resmeder. Pentekost’a kadar İsa’nın öğretilerini yapmaya çalışan,
sonrasında ise yaşayan biri vardır Havari Petrus’da.
Matta 2633 Petrus O’na,
“Herkes senden ötürü sendeleyip düşse de ben asla düşmem” dedi. Matta 2635 Petrus, “Seninle
birlikte ölmem gerekse bile seni asla inkâr etmem” dedi. Öğrencilerin hepsi de
aynı şeyi söyledi.
Ayetlerinde “inkar etmem” diyen Petrus,
Matta 2674 Petrus kendine lanet
okuyup ant içerek, “O adamı tanımıyorum!” dedi. Tam o anda horoz öttü75 Petrus, İsa’nın,
“Horoz ötmeden beni üç kez inkâr edeceksin” dediğini hatırladı ve dışarı
çıkıp acı acı ağladı.
İsa yargılanırken İsa’yı inkar etmiştir. Pentekost’tan sonra ise tapınağın
kapısındaki kötürüm dilenciye sarfettiği cümle ne demek istediğimizi çok iyi
açıklamaktadır.
Elçilerin İşleri31Bir gün Petrus’la
Yuhanna, saat üçte, dua vaktinde tapınağa çıkıyorlardı. 2 O sırada, doğuştan
kötürüm olan bir adam, tapınağın Güzel Kapı diye adlandırılan kapısına
getiriliyordu. Tapınağa girenlerden para dilenmesi için onu her gün getirip
oraya bırakırlardı. 3 Tapınağa girmek
üzere olan Petrus’la Yuhanna’yı gören adam, kendilerinden sadaka istedi. 4 Petrus’la Yuhanna
ona dikkatle baktılar. Sonra Petrus, “Bize bak” dedi. 5 Adam, onlardan bir
şey alacağını umarak gözlerini onların üzerine dikti. 6 Petrus, “Bende
altın ve gümüş yok, ama bende olanı sana veriyorum” dedi. “Nasıralı İsa
Mesih’in adıyla, yürü!” 7 Sonra onu sağ elinden
kavrayıp kaldırdı. Adamın ayakları ve bilekleri o anda sapasağlam oldu.
Bende altın ve gümüş
yok………Dünyadayım ama dünyanın değilim. BİLGELİK
ama bende olanı sana
veriyorum……...... Yapmıyor, yaşıyor. ETKİNLİK
Nasıra'lı İsa Mesih’in
adıyla, yürü…….....Sağaltıyor. YETKİNLİK
Başa dönecek olursak; Günah, İsa’nın öğretilerini (İsa’yı) yaşamak dışında
her şeydir. İsa’nın öğretilerini (İsa’yı) yaşamamaktır. Nitekim yazılmıştır: "Yuhanna12 46 Bana iman eden hiç kimse
karanlıkta kalmasın diye, dünyaya ışık olarak geldim. 47 Sözlerimi işitip de
onlara uymayanı ben yargılamam. Çünkü ben dünyayı yargılamaya değil, dünyayı
kurtarmaya geldim. 48 Beni reddeden ve
sözlerimi kabul etmeyen kişiyi yargılayacak biri var. O kişiyi son günde
yargılayacak olan, söylediğim sözdür.”
Ve başka bir yerde de:
"Yuhanna3
19 Yargı da şudur: Dünyaya
ışık geldi, ama insanlar ışık yerine karanlığı sevdiler.”
Beni reddeden ve sözlerimi kabul etmeyen kişiyi yargılayacak biri var.
O kişiyi son günde yargılayacak olan, söylediğim sözdür.
Bu iki cümleden elde edilen sonuç:
“(yargılayacak biri) YARGIÇ=SÖZ (söylediğim söz)” ‘dür.
SÖZ ise “insanlar ışık yerine karanlığı seçtiler.”’dir.
İsa günahkar veya günahsız insandan bahsetmiyor. Yargıya müstahak olarak
günah dediğimiz olgulardan bahsetmiyor. Tüm bunların ışığında günahı
tanımlayacak tek yasanın ışık veya karanlığın seçilmesi olduğu sonucuna
varabiliriz. Yargı ise seçimin doğal sonucudur.
Duyu ve algılarımız açısından değerlendirirsek; Işık var edendir. Çünkü
ışık varsa görürüz ve var olanın varlığının farkındalığına sahip oluruz. Oysa
ortam karanlıksa, yani ışık yoksa göremeyiz ve var olanın varlığının
farkındalığına sahip olamayız.
Gündelik hayatımızdan bir örnekle şöyle açıklayabiliriz:
Devlet, elektrik idaresi aracılığıyla evinize elektrik verir. Anahtarı
açmak veya kapamak sizin özgür iradenize kalmıştır. Açarsanız, aydınlanırsınız.
Ki bu durum asla “Aydınlatan, devlettir veya elektrik idaresidir.”
sonucunu doğurmaz. Keza aynı şekilde anahtarı açmazsanız aydınlanamazsınız. Ki
bu durum da asla “Aydınlatmayan veya karartan, devlettir veya elektrik
idaresidir.” sonucunu doğurmaz.
Devlet: Enerjinin sahibi
olan Baba’dır.
Elektrik idaresi: Enerjiyi
sahibi olan Baba’dan vatandaşa kullanılabilir halde ulaştıran Oğul’dur.
Enerji: Ruh’tur.
Anahtar: Seçimlerimizin kaynağı
olan irademizdir.
Ampul: Biziz.
Anahtarı açmak Hıristiyanlık, anahtarı kapamak ise günah, inkâr ve/veya
hangi terimi kullanırsanız kullanın kendinizi karanlığa mahkûm etmektir.
Baba ebedi olduğu gibi, kaynağı olduğu Ruh da ebedidir ve keza Oğul da,
irademiz ile kabul ederek bizi iyi işlerimiz ile ışıtacak olan Ruh’la
aramızdaki uyum sorununu ortadan kaldıran ebedi yetkidir.
Matta 516 Sizin ışığınız
insanların önünde öyle parlasın ki, iyi işlerinizi görerek göklerdeki Babanız’ı
yüceltsinler!”
Burada bahsedilen ışık bizim ışığımız değildir. Aynı ampulün kendisinin
ışık kaynağı olmadığı ve ışımak için elektriğe ihtiyaç duyduğu gibi, ve hatta
ışırken bile kendi öz niteliği olan “ışık kaynağı olmama” özelliğini sürdürdüğü
gibi, biz de ancak ve ancak irademizle Oğul’a “amin” diyerek Ruh’un bizde işlemesine
olanak tanır ve ışık saçar hale geliriz. Aydınlatan biz değiliz. Bizde işleyen
Ruh’tur. Biz ışık kaynağına dönüşmeyiz ama Ruh aracılığıyla çevremizi
aydınlatırken kendi karanlık doğamızı da yaşayamayız.
Bu örnekte dikkat edilmesi önemle gerekli olan şey, iyi işlerimizden dolayı
ıştmadığımızdır. Işıttığımız için iyi işlerimiz olur. Ve ışıtmamız da enerjiyle
(Ruh’la) mümkündür.
Tüm bilgi birikimimiz bize bir ampulün ışımak için bir başka ampule bağlı
veya bağlı olmadığını öğretmiştir. Her ampul ışımak için aynı enerjiye
bağlanmak zorundadır ama anahtarı açılmadıkça bir başka ampulün ışıtıyor olması
anahtarı açılmamış olan ampulün ışımasını sağlamaz.
Bir odada milyonlarca ampul düşleyin. İçlerinden anahtarı açılmış olan
olmadığı sürece hiç biri ışımayacaktır ve doğal olarak da oda karanlık
olacaktır. Bu karanlık odada milyonlarca ampul vardır ama hiç biri
görülememektedir, çünkü oda karanlıktır. Yani varlıklarının farkındalığı mümkün
değildir. Ancak içlerinden her hangi bir tanesinin anahtarının açılıp ışımaya
başlaması tümünün varlıklarının farkındalığını mümkün kılar ve ayrım yaratır.
Işıyan ve ışımayanlar.
Romalılar820Çünkü yaratılış
amaçsızlığa teslim edildi.
_Aynı odadaki milyonlarca ampulün ışıtmamayı tercih etmesi hali.
Romalılar820Bu da yaratılışın
isteğiyle değil,
_Çünkü ampul doğası gereği enerjiye bağlanarak ışıtmak için yapıldı.
Romalılar820onu amaçsızlığa teslim
eden Tanrı’nın isteğiyle oldu.
_Çünkü Baba insanı özgür yarattı. Ruh’a bağlanmanın yolu olarak “amin”
gereklidir ve aminin olmaması halinde amaçsızlığa terkedilmiş yaratılış
Allah’ın gazabını değil kendi seçiminin sonucu olan karanlığı yaşamaktadır.
Anahtarı açmadığı için ışımamaktadır. Yoksa devlet elektriği kesmemiştir.
Romalılar821Çünkü yaratılışın, yozlaşmaya köle olmaktan kurtarılıp
Tanrı çocuklarının yüce özgürlüğüne kavuşturulması umudu vardı.
_Anahtarını açarak ışıyan ampulün diğerlerini aydınlatması ama ışımalarını
sğlamaması ayrımı gibi, amin diyen Tanrı çocuklarının yaratılış amaçlarını
yaşayarak tam olmalarını sağlar ve tam olmayanların karanlığını açığa çıkarır.
Ama onları tam kılmaz.
Yazının başında bahsettiğimiz “çok az kişi dışında Hıristiyan yoktur”
cümlesinin gerekçesi budur. Hıristiyan milyonlarca ışımayan ampul arasındaki
ışıyan ampuldür.
I Yuhanna3 9 Tanrı’dan doğmuş olan,
günah işlemez. Çünkü Tanrı’nın tohumu onda yaşar. Tanrı’dan doğmuş olduğu için
günah işleyemez.
Bu ayette birbirleriyle sebep sonuç ilişkisi içinde üç farklı şeyden söz
ediliyor.
1. Tanrı’dan doğmuş olan, günah işlemez.
2. Çünkü Tanrı’nın tohumu onda yaşar.
3. Tanrı’dan doğmuş olduğu için günah
işleyemez.
Bunları yine ampul örneğimize uyarlayalım:
Sondan başlayalım. Çok radikal bir önerme var burada. “Günah işleyemez”
diyor ayet. Zor ya da anlaşılmaz ya da kabul edilemez mi görünüyor bir
âdemoğlunun günah işleyememesi. Yoksa Tanrı tarafından satın alınarak
köleleştirilmiş bir irade mi söz konusu? Aslında bu soru ve/veya kaygıları
yaratan şey bizim ayetin “Tanrı’dan doğmuş olduğu için” kısmını mutlak ve
değişmez kabul etmemizden kaynaklanıyor.
Tanrı’dan doğmuş olmak demek, aminle anahtarı açmış olmak demektir.
İrademizle Ruh’un bizde işlemesine izin vermiş olmak veya işlemesini kabul
etmiş olmak demektir. Bir ampul enerjilendiğinde ışır verir aydınlatır. Başka
bir durum söz konusu olamaz. Bu çok önemli bir kelime “olamaz”. Işımaması ve
aydınlatmaması ancak ve ancak tek bir şekilde mümkündür; Anahtarı kapatmak. Ki
böyle bir olasılık her zaman vardır ve Tanrı’dan doğmuşluğun inkarı demektir.
Özetle: Anahtar açıksa enerji vardır ve aydınlatır. Başka bir olasılık
yoktur. Amin demişse Tanrı’dan doğmuştur, Ruh onda çalışır ve günah işleyemez.
Başka bir olasılık yoktur. Aydınlıksa karanlık olamaz.
İkinci maddeye bakarsak göreceğiz ki Tanrı’dan doğmuş olan Tanrı’nın
tohumunun onda yaşadığı kişidir. Tanrı’nın tohumu Ruh’tur biz ademoğulları
için. Elektriktir ampul için. Anahtarı açmışsak, amin demişsek enerji
üzerimizden aktığı sürece, Ruh bizde işlediği sürece Tanrı’nın tohumu bizde
yaşar.
Bu sebepledir ki Havari ayetin birinci bölümünde “günah işlemez” diyor.
Burada fiilin olayın iradi bir şey olduğunu çağrıştırmasına rağmen, günah
işlememe hali iradi bir durum değildir. Çünkü karanlık yoksa ışık vardır gibi
günah yoksa iyi işler vardır ve biliriz ki hiç kimse kendinden iyi işler
yapamaz. Bu durumu, iyi işler yapma durumunu, günah işlememe durumunu,
ışığımızın parlaması durumunu oluşturan şey Ruh’tur ve Ruh’un işlemesi ile
ilgili bizden kaynaklı tek bir iradi eylem söz konusudur. O da “amin”’imizdir.
Şu ana kadar söylediğimiz ve örneklediğimiz her şey günah denilen şeyin
özgür irade ile anahtarı kapamak veya açmamak olduğunu gösterir. Bunun yasa
veya kurallarla tanımlanır hiçbir yanı yoktur.
Aslında ilk günah dediğimiz, Adem ve Havva’nın yaptığı da buydu.
Anahtarı açık tutsalar yiyemezlerdi. Anahtarı kapadılar ve kendileriyle
kaldılar. Kendileriyle kaldıklarında, iyi ve kötü, doğru ve yanlış hakkında da
kendileri karar vermek durumunda kaldılar. Bu da yanlış karara yol açtı. Fakat
asıl sorun savunmalarını yaparken de anahtarı kapalı tuttular ve sonuç felaket
oldu. Yasak meyveyi yedikten sonra anahtarı açsalardı tövbe edebilirlerdi.
Buradaki sorun, anahtarı tekrar açmaktan imtina etmeleriydi ki bu da yine ampul
ve elektrikle açıklanabilir.
Anahtar açık olduğu ve ampul ışıdığı sürece elektrik ampul üzerinde ampulü
zorlamayan sabit bir yük oluşturur. Ancak anahtarın ilk açıldığı anda normal
yükün yaklaşık üç katı bir yük oluşur ampul üzerinde ve doğal olarak da bu yük
bir darbe gibi gerçekleşir. İnsan ve elektrik ilişkisinde de yaklaşık aynı
durum söz konusudur. Başka bir yere değmeden elektriğe dokunan biri ilk temas
anında bir darbe yemiş gibi olur. Ancak kararlılıkla elektrikle olan
bağlantısını sürdürürse darbe tekrarlanmaz, tutan zarar görmez ancak vücudunun
her yerinde de elektrik vardır.
İşte ademoğlu her günahtan sonra bu darbeden korkusu sebebiyle anahtarı
açmaktan, tövbe etmekten, amin demekten imtina etmekte ve amaçsızlığa terk edilmiş
olan yaratılışın parçası olarak kalmaktadır.
Özetle anahtar açık olduğu sürece karanlık mümkün değildir.
Tanrı’dan doğmuş olduğu için günah işleyemez.
Anahtar kapalı olduğu sürece de aydınlıktan söz edilemez.
Peki ama pek çoğumuz öylesine büyük bir karanlıkta yaşıyor ve öylesine
cahiliz ki, ne anahtarın yerini biliyoruz, ne de nasıl açacağımızı.
İşte burada cemaat önem kazanır. Yoksa daha önceki tüm örneklerimiz
Hıristiyanlığın bireysel olduğunu çok net açıkladı. Ama Hıristiyan olabilmek
veya Hıristiyan’a dönüşebilmek veya daha radikal bir söylemle bu hayatta,
burada, şimdi ebedi hayata doğabilmek için cemaate ihtiyaç vardır. Hıristiyan
olarak anılması ismen ve şeklen de olsa, Hıristiyan bir toplum, yani kilise
rahim görevi görür. Burada rahim olarak andığımız kavram çağlar boyunca çok
farklı isimlerle anıldı ancak hepsinin de işlevi aynıydı. Aden, Dünya, Ararat,
Mısır, Çöl, İsrael, Kilise vs. vs. Tüm bu adlar Allah’ın kendi benzeyişinde
yarattıklarının ebedi hayata doğmadan önce, ebedi hayata uyum gösterebilecek
olgunluğa erişene dek yaşadıkları rahimdir. Algılarımız ve duyularımızla
deneyimlediğimiz bu hayatta da olduğu gibi bu rahimde gerçekleşen her gebelik
normal doğumla sonuçlanmaz. Çok sayıda düşük, özürlü, engelli, prematüre, obez
vb. normal dışı doğum vardır. Çok yüzeysel ve acele bir örnek gerekirse;
kiliseyi terk edenleri düşüklere benzetebiliriz.
İnsanın diğer canlılardan en büyük farkı ve üstünlüğü, bireysel olarak
deneyimlemeden, deneyimlemiş olanların birikimlerinden yararlanabilmesidir.
Örneği yine ampulden verebiliriz. Mesleği olmadığı sürece genelde hiç kimse
ampulün nasıl çalıştığını bilmez ama Edison’un binlerce deneyi sonucu ortaya
çıkan birikimden en üst düzeyde yararlanır. Bu anlamda adına Kutsal Kitap
dediğimiz, ebedi hayata doğuş deneyimlerinin bir külliyesine sahibiz.
Kutsal kitapta bahsi geçen deneyimler öylesine çeşitlidir ve öylesine
farklı yöntemler içermektedir ki, tek bir insanın kavraması ve içselleştirmesi
çok zordur. Bu zorluğu kolaylaştırmada ise cemaatin kolektif bilinci ve yaşamı
devreye girer.