7 Mayıs 2011 Cumartesi

Dağdaki Vaaz'dan Matta 5:3-9

3 "Ne mutlu ruhta yoksul olanlara! Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır. Ne acıdır ki bu sözü dogma olarak kabul edenler de vardır. Bu söz dogma kabul edilemeyecek kadar ayakları yere basan, gerçekçi bir saptamadır. İnsan kendisine pompalanan popüler sosyal kültür sebebiyle tapma düzeyinde beklentiler yaratır. Yarattığı beklentiler ruhunu zenginleştirir, ancak karşılanamayan beklentiler de mutsuzluk yaratarak, çevresinde olumsuz atmosfer doğuran bir adama sebep olur. Oysa "ruhta fakir" olan kişi zaruretler dışında beklenti üretmez. Doğal olarak bu da zaruretler dışında her elde edilenin ekstra olmasını ve mutluluk yaratmasını sağlar. Mutlu insan mutsuzun aksine çevresinde olumlu bir atmosfer doğurur (ayrıca "ruhta fakir" olan maskelere de gereksinim duymayacağı için doğru adamdır). Bu atmosfer zamanla ve çevrenin (elverişli ise) uyum yeteneğiyle orantılı olarak mutlu bir topluma yol açar. Genel saptamanın allahın insanları ebediyen mutlu olmaları için yarattığı göz önüne alındığında: Mutlu insanın sebep olduğu bu mutlu topluma tam olmasa da "göklerin egemenliği" denebilir.
4 Ne mutlu yaslı olanlara! Çünkü onlar teselli edilecekler. Bir önceki ayet gibi son derece ayakları yere basan ve gerçekçi bir ayet daha: Yaslı olmak ve teselli edilmek; kimsenin istemediği şeyler, kimse teselli edilmeyi istemiyor çünkü yası istemiyor. Bu durum gerçeğin inkarından başka bir şey değil. Yaşam, hayat, evren, gerçeklik, realite... her ne adla anarsanız anın mutlaka oluşum, gelişim ve son döngüsüne uymaktadır. Bu döngünün varlığı ve insan gücü ile değiştirilemezliği kabul edilerek, bir önceki ayette söz ettiğimiz beklentilerin abartılması durumunu yaratmaz ve sonu oluşum kadar doğal kabul edebilirsek zaten teselliye gerek kalmayacaktır. Çünkü tesellisi kendinde olan bir yasa dönüşür.
5 Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar. Ve devam ediyoruz: "yumuşak huylu olmak mı? deli misiniz siz, bu acımasız dünya düzeninde mi? ne yani alemin kerizi ben mi olacağım." tanıdık geldi mi bu sözler? Başlığı okuyan neredeyse her kesin ağzından otomatik olarak döküldüğünü ben bile hissettim. Hissettim hissetmesine de burada bahsedilen yumuşak huyluluğu neden sazla ulu çınarın (bataklık kenarındaki her rüzgara eğilen ve eğilmeyip üstüne üstlük eğilen sazı hor gören çınarın kasırgayla karşılaşmaları durumunda sazın yine aynı eğilmeyle canını kurtarması oysa çınarın kökünden sökülmesi ve ölmesi) hikayesindeki gibi algılamaktan bu kadar uzağız? Bir düşünsenize hangisi dünyayı miras aldı? Kökünden sökülerek ölen çınar mı? Yaşamına devam eden saz mı? Hangisi daha güçlü?
6 Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara! Çünkü onlar doyurulacaklar. Devam ediyor dağdaki vaaz: "Çünkü onlar doyurulacaklar." Kimin doyurmasını bekler insanoğlu? Neden kavramak istemez doğrunun realite olduğunu? Ve realitenin doyumunun kendinde olduğunu? Neden mutlaka kendi yerine başkasının (genellikle ama yumuşatalım "en cüretkar şekliyle allahın") çalışmasını ister? Oysa isa'yı kavrayanlar daha iyi anlamış olmalılar ki: Tüm vaadettiklerinin çoğu önerdiği yaşam tarzının doğal sonuçlarıdır zaten. Allah ne yaptıysa kendi kurallarına aykırı yapmadı. Kurduğu sistemi kavramaya çalışan insanoğlu bu güne dek araştırp algılayabildiği her şeyin sebep sonuç ilişkisinden kaynaklandığını anladı. Bu konu da öyle. Birey doğruluğu aradığında, (tabii dogmatizme veya radikalizme kaymadıkça) ön yargılarından arınarak arı bir bilinçle aradığında, doymaması mümkün değildir. Çünkü tüm evren doğrulukla dolu ve bu doluluk bir insanın alabileceklerinin kat be kat fazlasıdır. Aç adamın mükellef ziyafet sofrasına oturmasına banzer; ne kadar yerse yesin, çatlayıp ölse bile hala yenecek şey vardır.
7 Ne mutlu merhametli olanlara! Çünkü onlar merhamet bulacaklar. Abartı mı? Günümüz dünya düzeninde merhametli olmak ha... kesinlikle aptallık. Evet aptallık ama merhametten kastedileni anlamayan için. Merhamet karşılıksız vermektir. Oysa hepimizin ağzında şu laf pelesenk olmuştur: "Yahu yapılan iyilikler söylenmez ama: Şu adi herifi de pislik çukurundan çıkardım şimdi suratımıza bakmıyor". Neden baksın ki? Sen zaten açıklamışsın: Sözde merhamet ederek, pislik çukurundan çıkardığın adam başka bir adamdı. O pislik çukurundaki adamdı ve senden merhameti öğrenmedi ki sen onu çıkarırken. Her şeyin bedeli olduğunu öğrendi. Yani ne verdiysen onu alıyorsun. Peki hiç düşündün mü? Kaç kişi senin hakkında aynı şekilde konuşuyor? Kısaca gerçekten merhamet eden biri olsaydın kimse senin hakkında da öyle konuşamazdı ve işte merhametli olarak bulduğun merhamet.
8 Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Çünkü onlar Tanrı'yı görecekler. Kimdir bu tanrı? Ki görebilmek için yüreğin temiz olması gerek. Ya da ne ilgisi var yüreğin temizliğiyle, tanrıyı görmenin? Aslında bana her zaman çok komik gelmiştir insanoğlunun tanrıyı arayışı. Çünkü aynı dine veya ideolojiye, ya da inanç sistemine diyelim, mensup olanların bile her birinin kafasındaki tanrı kavramı özgündür. Yani herkesin tanrısı kendi algılamları, istekleri, buldukları vb. ile şekillenir. Öyle ise: madem ki her kes kendi tanrısını kendi algılamlarıyla şekillendiriyorsa kendi içine baksa tanrısını görecektir. Neden göremez peki? Çünkü bakmaz. bakmak istemez. Bakamaz. Kendisi bile şekillendirmiş olsa, bilir ki o kavram temizdir. Ve kendisi kısa vadeli çıkarlar uğruna, saflığını satmaktadır. Kendi şekillendirdiği tanrıya bile ihanet eden bir aptallar güruhu. Bana şu sözü anımsatıyor: "Allah onları amaçsızlığa terketti.". Evet işte sonuç: İster içinde bulunduğunuz sistemin tanımladığı tanrı olsun isterse kendi şekillendirdiğiniz tanrı... Ona leke yakıştıramıyorsunuz. Oysa kendinizi satıyorsunuz. vaz geçseniz kendinizi kirletmekten zaten tanrının içinizde olduğunu göreceksiniz.
9 Ne mutlu barışı sağlayanlara! Çünkü onlara Tanrı oğulları denecek. Başka bir sonuç beklenebilir mi ki? Önceki notları anımsarsak: Ruhta yoksul, yaslı, yumuşak huylu, doğruluğa acıkıp susayan, merhametli ve yüreği temiz değilseniz barış sağlayamazsınız. Çünkü arzulayacağınız barış sizin çıkarlarınıza hizmet etmek zorundadır. Yok eğer gerçek bir barış arzularsanız ve öncesinde saydığımız niteliklere de sahipseniz zaten barışı arzulayan olamazsınız. Barışı sağlarsınız. Ki bu da anormaldir (mevcut sisteme göre) ve mutlaka sorgulanır. İşine gelmeyenler dahil, sizi yok etmek isteyenler dahil, her kes istisnasız kabul edecektir ki göktensiniz. Çünkü yer (mevcut düzen) böylesi bir örneğe sahip değildir. Öyleyse barışı sağlayan yerden değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder