31 Ağustos 2012 Cuma

deneme

Zamanın yaratılışından önce seçilmişlerden biriydi o. Her şeyin bilincindeydi.

Zaman var oldu sonra, mekanla birlikte. O merak etti mekanı ama bilmeyi terketmesi gerekiyordu mekana geçebilmesi için.

Ve göze aldı bu riski. Mekana geçti...

Aslında bildiği ama mekana geçtiği için hatırlayamadığı iki insandan bebek olarak yaşamaya başladı. Zamana bağımlıydı artık, ve zaman onu geliştiriyordu. Tüm bildiklerini, hatırlayamadığı için öğrenmesi gerekiyordu.

Bir varolma savaşının içine düşmüştü. Önceleri mekana bağlı yaşamsal kaygıları vardı, kendi gereksinimlerini karşılayabilir olana dek farkındalığı neredeyse hiç yoktu. Farkındalığın başlamasıyla birlikte varolma savaşımı şekil değiştirmiş ve kimlik, kişilik geliştirme aşamasına ulaşmıştı.

Çok zorlandı. Çok.

Hiç bir şey hayat verememekteydi. Ve bir an geldi hayatı aramaktan vaz geçmeyi tercih ederek var olanı şekillendirme çabasına girişti. Ki bu durum onu çok daha büyük bir açmaza soktu.

O iki insan istediği gibi değildiler. Özgür olmak isterken onların özgürlüklerini kısıtlamaya çalıştığının farkında değildi.

Garip bir şekilde nasıl bildiğini bilmediği bir içsel bilgi ona şunu fısıldıyordu: HAYAT ancak sevgiyle mümkün.

Ama sevgiyi bilmiyordu ki. Kimse ona sevgiyi öğretmemişti ve gördükleri de eksik geliyordu ona.

Sevgiye de olan inancını yitirince öfke kapladı içini ve başladı adaletsiz olarak nitelediği her şeye saldırmaya. Aslında kızgın olduğu kendisiydi. Becerememişlik duygusu, hiçlik duygusuydu onu yönlendiren ve bunlar da içinden çıkılamaz bir kaosa, bilinemezliğe sürüklüyordu onu.

Yine böyle bir başkaldırı ve saldırı anında alıştığı sert kale duvarlarından farklı yumuşak bir kayaya çattı.

İlginçti...

Vuruyordu ama kaya o denli yumuşaktı ki tüm darbeleri etkisiz kalıyordu. Merak etti önce, sonra öyle olmayı diledi, anlamaya çalıştı.

Ama olamıyordu, her şey çelişmeye başlamıştı. Olamıyordu yumuşamıyordu ama istiyordu.

Kurtuluşu, ölümden, sevgisizlikten kurtuluşu... hayata ulaşmanın yolunu o yumuşak kayada görüyordu. Oysa farkedemediği kendini sertleştirenin kendisinin olduğuydu. Kendisi adaleleri gibiydi. Çalıştıkça sertleşen ve büyüyen.

Oysa o kaya yumuşak ve küçüktü ve öyle olmak için daha fazla emek harcamaya başladı ki bu daha da sertleşmesine yol açacaktı.

Değiştirmeye çalışmadan önce anlaması gerekliydi. İlişkiler arasındaki bağları kavramaya ve bağlantılar kavranamadıkça ilişkilerin çözümlenemeyeceğini bilmeye ihtiyacı vardı.

Öğrenmeyi arzuladı ve yumuşak kayaya tabi olmayı seçti, oysa tabi olmak kendin olmamak demekti, bunu da öğrenecekti.

Seçimi değildi adaletsiz olan ve aslında adaletsizlik de yoktu. Adaletsizliği yaratan beklentileriydi ve beklentilerini besledikçe yalnızlığının ve köleliğinin daha da büyüyeceğini öğrenmeye ihtiyacı vardı.

Öğrendi bu iki şeyi; tabi olmaması gerektiğini ve beklenti yaratmamayı. Çok sancılı olmuştu öğrenmesi ama öğrendi.

Öğrendiği an dehşetle farketti ki eskisi kadar sert değildi. Yumuşama başlamıştı.

Bir körün gözlerinin açılarak ilk kez gördüğü ışıkla gözlerinin kamaşması, bir sağırın ilk duyduğu sesle beyninin uyuşması gibiydi ama sevinmişti.

Bu sevinç sahip olduklarıyla yapabileceklerini hayal etmesine sebep olmuştu ve bu hayaller yeni beklentiler doğuruyordu.

Bu aşamada eğer yeni beklentilerin yarattığı akıntıya kapılırsa dönüşü olmayan yola gireceğini farketmesi gerekiyordu ki bu konuda yumuşak kaya da yardımcı olamazdı artık ona.

İşte şimdi gerçekten tek başınaydı ve seçmek zorundaydı. Ya tek başınalığını kabul ederek bir olabilecekti tüm varolanla ya da yeni bir paradoksal sanrılar sistemi yaratarak kendini kandıracaktı yumuşadığı konusunda.

24 Ağustos 2012 Cuma

KIRK YIL SIRTINDA TAŞI BİR GÜN İNDİR KÖTÜSÜN

Doğrudur...
İnsanoğlu nankördür...
Taşıdıklarını değil de indirdiğini dikkate alır...

"İndirdiğini dikkate alır" da, Sanki gözden kaçan bir şey vardır bu nankörlükte!...
Acaba diyorum?..
Hani o kırk yıl taşıyan, her indirişinde kırk yılın bilançosunu mu yapıyor da kötü oluyordur?
Acaba diyorum? Olabilir mi diyorum?

Eh ne de olsa taşıyan da insanoğlu değil mi? Onun da nankör olma hakkı vardır elbet.